29 Mayıs 1453 günü sabaha karşı
Bizans surlarına yönelen Türk topları ard arda patlıyor, her patlayış
koca duvarlarda gedikler açarken "Allah Allah" sesleri yer- ğöğü inletiyordu. 21 yaşındaki genç Padişah "Ya Bizans beni alır ya ben Bizans'ı" demişti ve artık bu köhne imparatorluk yıkılmalıydı.
Bu
arada Türk askerlerinin kalbi bir başka ulvi heyecanla çarpıyordu:
Surlara bir an önce çıkıp bayrağı dalgalandırmak! Derken, Eğrikapı
yönündeki surların üstünde bir sancak dalgalanıyor... Bu; üç hilalli,
kelime-i tevhidli Türk sancağı! Ve, yağmur gibi yağan oklara rağmen
elindeki sancağı yere düşürmeyen o yiğit insan, Ulubatlı Hasan!..
Burçlara
dikilen sancak Türk askerini gayrete getirirken Bizanslılar neye
uğradıklarını şaşırıyorlardı. Son bir gayretle, sanki bütün oklarını
Ulubatlı Hasan'a doğru yönelttiler. Oklar yetmedi, mancınıklarla taşlar
fırlattılar... O Yiğit insan, Ulubatlı Hasan aldığı yaralarla üstüne
yığılıp kaldı. Gözleri az önce diktiği sancağa kilitlenmiş gibiydi.
O'nun dalgalanışını tebessümle seyretti ve oracıkta şehid oldu.
Artık o burçlarda dalgalanan bir sancak olmuştu ve sonsuza kadar kutlu fethin sembolü olarak anılacaktı.