Sakarya
Üniversitesi'ndeki odama, bir gün bir kimya mühendisi misafir oldu.
Daha önce yemekhanede ya da koridorlarda karsılaşıp selamlaştığımız bu
hanım, Füsun adında son derece olgun ve ağırbaşlı bir insandı. Eşi de,
Sakarya'nın tanınmış bir Göğüs Hastalıkları Uzmanıydı.
Sohbetimizin
ağırlığı, Füsun Hanımın henüz ana okuluna giden oğluydu. Anlattığına
göre, yavrucak ona aşırı derecede düşkündü ve yanından bir dakika bile
ayrılmak istemiyordu. Oysa ki kendisi, akademik kariyere başlaması
nedeniyle, gün boyunca onu göremiyordu. Küçük çocuk, aradan geçen aylar
içinde annesinden adım adım uzaklaşıp bunalıma düşmüştü. Bakıcılardan
yana da şansları yoktu. Bu iş için birkaç hanım değişmiş ve bunlardan
bir tanesi, eski kocası tarafından öldürülmüştü. Füsun Hanım, o
cinayetin kendi evlerinde de işlenebileceğini ve bu durumda çocuğunun
büyük bir felaketle karşılaşabileceğini söyledikten sonra, bir anne
olarak çocuğu ile mesleği arasında bir tercih yapma noktasına geldiğini,
fakat kendisine gösterilen farklı çözümler yüzünden kafasının karışık
olduğunu belirterek fikrimi sordu.
"Bebek Yalnızlığı"
adlı hikayemi o yıllarda yazmıştım. Füsun Hanıma biraz ondan bahsettim
ve hiçbir kariyer ve servetin, bir evlattan daha değerli olamayacağını
anlatmaya çalıştım.
Füsun Hanım yavrusunu tercih etmişti.
Onu,
geçim derdi içinde olmadıkları halde, bir çok annenin yapmaya cesaret
edemediği bu asil davranışından ötürü tebrik ettim.
Kısa bir süre sonra fakülteden ayrıldı.
Ara sıra haber almama rağmen, onu uzun bir süre göremedim.
Belki de üç beş yıl geçti aradan.
Bir gün onunla yolda karşılaştık.
Bütün
zamanını yavrusuna ayırdığını ve böylelikle geçmiş yılların hatalarını
telafi etmeye çalıştığını söyledi. Yavrusu tamamen iyileşmiş ve
özellikle annesinin ilgisiyle harika bir çocuk olmuştu. Füsun Hanım,
okuldan ayrılmakla ne kadar isabet ettiğini belirttikten sonra,
hayattaki en kıymetli varlığını tekrar kazanma yolundakı katkımdan ötürü
teşekkür etti.
Küçük çocuk, henüz on iki yaşındayken, bir beyin tümöründen vefat etti.
Füsun Hanım, gerçekten perişandı.
Onu,
acıları biraz hafifledikten sonra gördüm. Ve Cennete uğurladıkları
yolcuları için katlandığı fedakarlıktan ötürü, bir kez daha kutladım.
Gözlerinin yaşı henüz kurumamıştı. Konuştukça yarası deşiliyordu. Ama
biricik evladını, kendisine en muhtaç olduğu yaşlarda bakıcılara bırakıp
yalnızlığa terk etmediği için mutluydu.
Kendisini bu yazı
nedeniyle aradığımda, Füsun Hanım çok duygulandı. Çocuğu vefat etmeden
önce bir erkek evlatları daha olduğunu ve "keşke bu doğan yavrumuz kız
olsaydı!' dediklerini belirtti. Bana gönderdiği mesajda: "İkinci
yavrumuz olan Hakan, Fatih'in bir çok noktadan benzeriydi" diyordu.
"Meğer Allah, Fatih'in vefat acısını, ona son derece benzeyen diğer bir
evlatla hafifletmek istemiş. Ve onun için, bir kız değil bir erkek
vermiş. O zaten çok merhametli değil mi?".
Füsun Hanım, gerçek bir anne idi. Ve kendisini kıyamete kadar yakacak olan bir hataya düşmedi.
www.hikayearsivi.net